11 Şubat 2024 Pazar

Kedi İşleri: Kaç Kediye Bakıyorum?

Yıllardır bana sorulan ve cevabını net bir sayı olarak veremediğim soruya açıklık getirmeye çalışayım ve baştan alıp, şöyle bir hesap yapmaya çalışayım da bu soruyu merak eden herkesin kafası bir nebze berraklaşsın bakalım..

Hayatımın ilk 29 yılında canhıraş kişisel alanımı koruma mücadelesi verdiğim aile, devlet ve çeşitli otorite odakları karşısında durumlarım böyleyken bir de bir hayvana bakmaya karar vermek gibi büyük bir sorumluluk için koşullarımın uygun olmadığını düşünüyordum. Bu sebeple 2017'ye kadar yaşadığım eve arkadaş olarak alıp da düzenli olarak bakma sorumluluğunu üstlendiğim hayvan sayısı sıfır oldu.

2017: CONİ

12 Haziran 2017'de aile evinde yaşıyorken ilk bakmaya başladığım kedi arkadaşım Coni oldu.


9 Temmuz 2018, Coni

2018: MAHALLEMİN KEDİLERİ

2018'de, yani 30. yaşımda aileden ayrı bir müstakil eve çıktım. Bu ev, sokakta yaşayan kedileri de, kapı-pencere açıksa, girip çıkabilecekleri şekilde konuk ediyordu. Bu yeni kültür ile karşılaştığımda besleme yapma konusunda bir karar vermem gerekiyordu. Sorunsal şuydu benim için: Acaba evimin çevresinde yaşayan kedilere düzenli olarak besleme yapmaya başlarsam, o ondan duydu, o onu çağırdı, bir tanesi doğurdu, diğeri kayınçosuyla geldi derken acaba bakmak zorunda hissettiğim kedi nüfusu sonsuza kadar artar mı? Benim için bilinmez bir deneyim olanı tercih ederek riske girip, mahallenin kedileri ile dayanışmayı seçtim. Kısırlaştırma politikası da dayanışmanın bir parçası idi. (Ki eğer bu konuya dair etik tartışma açılacak olursa o ayrı bir yazının konusu belki ama bir cümle ile geçersem de "Kediler için en etik tercih olarak 'kötü' ile 'daha kötü' arasında 'kötü'yü tercih etmek zorunda kalmak" derim). Riske girip, doğru olanı yaptığımda korkulan falan olmadı; her zaman mahalleden çeşit çeşit kedi arkadaş uğradı ve günlük sirkülasyon olarak ortalama 15 kedi eve uğramakta.

Ben evde yaşamaya başladığımda o evin gediklisi olan ve beni aralarına kabul eden; elbette aslında o sokakta yaşayan ama bir ev kedisi gibi de yaşamayan; Fırat ve Tarçın oldu. Bu arada taşındığım ilk aylarda, yeni evimin onun için yeteri kadar konforlu ve uygun olmadığını düşündüğüm için Coni aile evindeydi.

Yeni müstakil evde Fırat ve Tarçın gibi sokaktan başkaca yeni kediler pencereden gelip, eve uğramaya başlamışlardı. Bunlardan ilkine "Misafir" adını koymuştum. Evime gelen yabancı tatlı misafirlere henüz alışık değildim ve heyecanla ilkine bu ismi uygun görmüştüm. Zamanla başka birkaç kedi ile daha bu şekilde tanıştık.

İlkbahar 2019'da Coni'yi yeni evime taşımıştım. Coni, 2020 yılına kadar, sokaktan alıp benim hayatıma soktuğum tek kedi iken; diğer arkadaşlarım beni hayatlarına sokan kedilerdi.

Coni, maalesef FIP virüsü sebebiyle, teşhis konduktan sonra 8 aylık bir tedavi-bakım süreci sonrası; 6 Ocak 2020'de aramızdan ayrıldı.

Haziran 2020'ye kadar yine sadece beni kendi hayatlarına konuk eden arkadaşlarım kalmıştı. Kendileri uğramayı tercih ederlerse yesinler diye düzenli olarak evin merdivenlerine mama koyduğum ve sağlıklarıyla ilgili olduğum arkadaşlarım, istedikleri zaman yaşadığım evde de uyuyabiliyorlardı.


29 Haziran 2020

2020: DİEGO, LEO, PUDRA, PEDRO, DÜBEŞ, LİLİ, ZİZİ, MORÎ

Eve gelince dışarıdan gelen ve ilk tanıştığım Misafir, 3 Haziran 2020'de 4 tane bebek doğurdu evimin neredeyse içine. Zaten 3. gün onları bizzat evin içine taşıyıp, evde bakmaya başladı. Maalesef onlara 14 gün güzelce baktıktan sonra bebekler 15 günlükken Misafir bir tarifk kazası sonucu hayatını kaybetti ve kendilerine yetemeyecek 15 günlük bebeklerin sorumluluğu benim bakımıma kaldı. Yaklaşık 45 günlük olduklarında kuru mama yiyebilmeye ve tuvaletlerini kuma yapmayı öğrenene kadar 4 bebeğe uyku fakiri geceler, yaz sıcağı ve neredeyse bir 'kendi hayatımdan vazgeçiş' içeren bir 30 günlük süreçte ben anne sütü muadili süt tozlarını biberonla içirip, tuvaletlerini yaptırdım. Coni'den sonra benim hayatıma teşrif eden bu dörtlünün isimleri: Diego, Leo, Pudra ve Pedro idi. Bu dört kardeş 45 günlük süreçlerini sağlıkla yeni aşmışken tam o sıralarda onlardan bir boy daha büyük olan ve onlarla beraber doğmuş bir kardeş gibi alışık bir ilişki kuran, ismini bu ekibe beşinci olmasından ilhamla anneannemin koyduğu Dübeş geldi. 

18 Haziran 2020. Pudra 15 günlük.

Sorumluluğuma aldığım 5 kedi ve sorumlulukla baktığım mahalleden diğer kediler mevcuttu artık. 2020 Kasım'ında ise mahalleden eski komşum "Ali" diye bir sorumsuzun elinden aldığım 3 kardeşi daha evime getirdim: Lili, Zizi, Morî. Sokağımızın kedileri haricinde sorumluluğuma aldığım kediler 8 olacaktı ki; çok sevdiğim bir arkadaşım, Arzu Sert, 4 kardeşten Leo ve Pudra'yı sorumluluğuna aldı ve bende sokaktakiler hariç 6 kişi kaldı 2020'yi bitirirken. (Arzu sonra yurtdışına taşındı, çok üzülerek Leo ve Pudra'yı son derece güvenli bir şekilde İzmir'de bıraktı ve o iki kardeş günümüzde Buse isimli bir arkadaşımda yaşıyor.)

4 Aralık 2020. Lili ve Morî.

Mayıs 2021'de birkaç günlüğüne Samsun'a, şehirdışına çıkacakken Lili-Zizi-Morî'yi apartman daireli bir arkadaşıma ve Diego-Pedro-Dübeş'i de bahçeli evli başka bir arkadaşıma emanet etmiştim. Son derece sorumlu olan bahçeli evli arkadaşlarımın hiçbir kusuru olmadığının altını çizerek, benim yanlış kararımın sonucunda onların benim olmadığım günlerde misafir kaldıkları evde dışarı çıkmalarına izin vermiştik ve Pedro ve Dübeş maalesef bizi çok üzerek, evden kaçıp, kaybolmuşlardı. Çok defa o sokaklarda aradık. İkisi birden kaçtıkları için ikisinin de başına kötü bir şey gelmediğini tahmin ediyoruz ve kendilerine beslenip, bakıldıkları konforlu bir ortam bulduklarını umuyoruz.

Sokaktakiler hariç baktığım kediler 4'e düşmüştü..

2021: DİNGO, LUNGO, PETİTO

2021 yılı bitmeden, bir üst mahalleye taşınan eski bir komşum bana Dingo ve Lungo adını verdiğim çocukları getirdi ve kendim seçerek baktığım kedilerin sayısı yine 6 oldu. 2021 yılında yine bir komşumun bana gösterdiği minicik bir çocuk kedi iken tanıştığım ve maalesef 2023 yılının sonlarından itibaren hiç sokakta görmemeye başladığım Petito da 7. idi.

2022 yılında Yiğit Şimşek'ten Pinokyo'yu aldım ama o ilginç bir şekilde kusa sürede benle teması keserek bir alt sokakta yaşamaya başladı. Günümüzde hemen bir alt sokağımda, tam olarak hangi bölgede yaşadığını biliyor ve hâlâ orada görüyorum. Sağlıklı. Tahmin ettiğim kadarıyla düzenli besleme yapan bir evin çevresinde takılıyor. Benden mama bile yemeyecek kadar uzak olduğu için onu baktığım kedi olarak sayamam.

2022: KİMYON, CİNO BİTTER

2022 yılında sorumluluğuma aldığım iki kediden biri dörtyol ağzının orada minik bacaklarıyla koşuştururken güvenliğinden endişe ettiğim için bir çocuk kedi olarak eve getirdiğim Kimyon ve Selçuk'un bana getirdiği Cino Bitter oldu. Bu arada Lungo'nun kardeşi Dingo, önce Pinokyo gibi aşağı sokakta yaşamaya başladı ve bir süre sonra hiç görülmemeye başlandı. Onu da besleyen birileri vardı ve onlara da sordum, bilmedikleri cevabını aldım ve maalesef hayatını kaybettiğini tahmin ediyorum..

2023: RONÎ, ZUZU

2023 yılının yeni teşrifleri de Coni'yi 2017'de bulduğum yer ile tam aynı yerde bulduğum ve onun gibi siyah-beyaz olan, bu yüzden ismini Coni ile benzer olarak Ronî koyduğum Ronî ve yine Selçuk'un bu sene getirdiği Zuzu sorumluluğuma girdi. Ronî şu an ortamın en küçüğü olarak etrafında rastladığı tüm kedilere bulaşan, kuduruk bir kedi olarak ve Zuzu da hayatında yaşadığı birkaç ortam değişikliğine rağmen zamanla çok iyi bir şekilde sosyalliğe alıştığı ve yeni "sokak & ev" yaşam tarzını çok sevdiğini gözlemlediğim şekilde devam ediyorlar.

9 Şubat 2024'te bu yazıyı yazarken son güncel durumda yaşadığım ev civarında yaşayan benim sorumluluğuma almayı seçtiğim kediler 9 adet. Ve bu kediler kendi istekleriyle aynı zamanda sokağımda da yaşıyorlar. Bunun haricinde evimi benden çok kullanan Fırat ve Tarçın başta olmak üzere aynı zamanda istedikleri zamanlarda ev kedisi gibi içeride takılan, sayısı belirsiz ama çok da olmayan mahallemin kedileri var. Ben her gün evimin merdivenlerine mama koyuyorum ve bu iki kedi grubunun toplamı olarak, kadrosu da sürekli değişmekle beraber (mahallemin kedileri her gün düzenli uğramıyor ve dönüşümlü olarak çeşitli kediler uğruyor) gözlemlerime göre, tahmini olarak, sirkülasyon hâlinde ortalama her gün 15-20 kedi benden mama yiyor diyebilirim.

***

İşte hikâyemiz bu şekilde ilerlemekte.

Yakınen hayvan bakımı kültürüm 2017'de Coni ile başladı. 2020'de ise ne Coni'nin hikayesi bitti ne de diğer hayvanlarla hikayelerim.

Tam da bu iletişimlerden öğrenip, söylediğim bir cümle var: "Yaşama ne kadar yakın olursanız, ölüme de o kadar yakın olursunuz."

Ursula Le Guin'in öyküleri ve sokakta yaşayan hayvanlara, sokağıma daha yakından bakmak bana doğumları ve ölümleri kabullenmeyi öğretti. Karşılaşmalara gözümü daha çok açtığımda vedalaşabilmeleri de çok daha iyi öğrenmeye başladım. Yaşadığım yerin çevresinde alışılmamış sayıda sokakta yaşayan kedi olduğunu farkedip, onların 'acaba yaşamımı yaşanılmaz kılacak koşullara düşer miyim?' sorusunun cevabını tam bilmeden, henüz deneyimlememişken, etik olan bilinmeze adım atma cesaretini gösterdikten sonra evrene/yaşama yabancılaşmayı biraz daha aştım, kendimi konforlu bir alana sabitlemeye çalışmaktansa sabit olmadığını kabullendiğim, doğumların-ölümlerin olduğu bir yaşamın içine daldım. Yaşamın, evrenin gidişatı bu hareketlilik, bu akışkanlıktı. Eğer ölümsüzlük bulunsaydı, hiçbir doğum da olmamaya başlardı.

"(...) Ancak ölümlü olan yeni bir hayata gebedir Arren. Ancak ölümde yeniden doğum vardır. Denge bir durgunluk değildir. Harekettir - ebedi bir oluştur.(...)" (Ursula Le Guin - En Uzak Sahil / Yerdeniz III)

Tüm bu öğrendiklerimi, bu hislerimi "Kedi" adlı parçamda içime çok sinen bir şekilde toparlayıp, ifade edebilmiş olmamdan ötürü de çok mutluyum.


Bora Şahinkara
9-11.02.2024
Düzenleme: 07.03.2024


7 Şubat 2024 Çarşamba

Etikten Vazgeçmeden Sorumluluğun Yükünü Yönetmek

Alsancak çimlerde yürüyorken bir kediye zarar vermeye çalışan birini görsek onu derhâl engellemeye çalışacakken, sahil kenarı boyunca oltalarıyla balık avlayanları neden engellemeye çalışmıyoruz -bu çok normalmiş gibi-, diye sorgulamıştı bir arkadaşım. Acaba biz etik konusunda kendimizi olduğumuzdan daha iyi sanan ikiyüzlüler miyiz, anlamında sorguluyordu.

İçgüdüsel olarak kendimize fiziksel olarak daha benzeyen canlılarla daha güçlü duygusal empati kurarız. Kedi, köpek gibi bir canlıya zarar verilecek olsa bunun bize olacak bedelini çok düşünmeden engelleme (veya hayvan adına savunma, bir nevi vekaleten özsavunma) eylemine girişecekken yürüyüş yolumuzda toplumsal yaşamda son derece yabancılaşılmış, kabul görmüş ve kanıksanmış bir eylem olarak, çok sayıda insanı her gün düzenli olarak balık avlarken gördüğümüzde yapılan öldürme girişimi ve katliamların farkında olsak da bir önceki örnekteki gibi duygu yoğunluğu ile bunu durdurma girişimini önleyen şeyin öncelikle bize daha az benzeyen bir tür olmasının bizde daha az duygusal etki bırakıyor olması olduğunu düşünüyorum. Duygu azaldığında daha da yükselen akılcı düşünme becerimiz ise bu denli kanıksanmış bir rutin olarak öldürülmeleri konusunun anlık bir çıldırışın doğrudan eylemi ile kendimize bedel ödeterek yapacağımız radikal bir engelleme girişiminin tüm türler için daha özgür bir dünya adına yeterince iyi bir fikir olmayabileceğini düşünüyor olabilir.

Elbette ki yüzümüzü kapatmak, kolluk kuvvetlerini ömrümüzün geri kalanı boyunca atlatabilmek gibi gerekli önlemleri almış bir şekilde bir eylem planlayabiliyorsak bir balığın hayatını kurtarmak bile bir balığın hayatını kurtarır ve de bu eylemin bilgisi duyurulabildiği ölçüde başkalarına da ilham olabilir.

Peki Alsancak çimlerde dolanmakta olan bizler, yeterince çabaladığımızda bunu organize etmeye muktedir isek ve bunun için çaba göstermiyorsak yeterince etik miyizdir?

Hayatta etik olarak kalmaya çabaladığımız sürece yaşadığımız her saniye (hayatta kalışımız) daha etik bir dünya için kazanım olacaktır diye düşünürüm. Hayatta kalışımızı sağlıklı bir şekilde sürdürmek için (ve sadece yapmamız gerekeni yaparak yaşamaya çabaladığımızdan ötürü daha etik bir dünyaya kazanım olabilmek için) bir 'denge'yi sürdürmenin de hep yolunu-yöntemlerini düşünerek, oturtmaya çalışarak devam etmemiz gerekir.

Kendimizi gerçekleştirme yönünde sonuna kadar çabalamanın, özgür bir dünya adına hayatta yapabileceğimiz en iyi toplumsal siyasetlerden biri; belki de birincisi olduğunu düşünürüm.

Kendimizi bu evrene ifade etmek adına neyi istediğimizi, kendimizi ifade etmek adına hangi türden bir hikâye yazmamız gerektiğini bulmayı başarmak, başarmamız gereken ilk büyük başarı belki de.

Bunu başardıktan sonra 'özgür ve etik olmaya çabalamak' arka planda çalışan basit ve büyük bir sorumluluğumuzken, ön planda da kendimizi gerçekleştirmek ve (etikten kopmadan ve tutkuyla) hikâyenin sürekli devamını merak etmek için buna odaklanmış; kendini gerçekleştirmiş OLMAMAYI hayal bile edemeyen türden bir inatla çaba içerisinde; olması gereken tüm koşulları hesap etmeyi ve oldurmayı öğrenmek, bu yoldan inatla ayrılmamak içinde bulunduğumuz modern dünya sisteminde çoğu zaman tumturaklı bir özgürlük mücadelesine de eşdeğer oluyor.

Sahaya çıkmış 11 kişilik bir futbol takımında en iyi ve en neşeyle oynayacağımız pozisyonu öğrendikten ve o pozisyonda sahaya çıkmayı başardıktan sonra artık gerisi kolektif olmayı becermesini umacağımız bir takım oyununa bağlıdır.

Kendi pozisyonumuzda kendimizi gerçekleştirmek konusunda Lionel Messi gibi de olsak, kolektif oynayamayan bir takım içinde hem bireysel yaşam sevinci ve ulaşma hakkımız olan özgürlüğümüz anlamında tutkumuz doğrultusunda potansiyelimiz kadar hikâyemizi yazamaz, öğrenemez ve bunu gerçekleştirememenin acısını yaşarız; hem de toplumsal özgürlük anlamında bir ilerleme, her canlının en temel olarak hak ettiği özgürlüklerin kazanımını değil sağlamayı; hayal bile edebilmeye toplum olarak uzak kalırız.

Yavaştan sözü sadede yaklaştırmaya başlamak gerekirse... Bizim kendimizi gerçekleştirebildiğimiz ve harika olduğumuz pozisyonlar elbette sınırlı olacaktır. Herkes kendini gerçekleştirmek için çabaladığında, o balıkları kurtarmak için yapılabilecek küçük veya büyük herhangi bir eylem veya sistematik uzun vadeli bir mücadele organizasyonunu veya başka türden çeşitli çabaları göstermeye daha muktedir insanlar kendiliğinden belirecektir. Onlar forvette iyi olabilir, biz defansta. Önemli olan hepimizi özgürleştirecek takım başarısını (kolektif yapabilme-edebilme gücünü -ki bunun başarısı bireysel yapabilme-edebilme gücünü de yükseltir-) elde edebilmek için onla iyi paslaşabilmek. Kendimizden her mevkide harika oynamayı beklememeliyiz. Beklentimiz ve bir çabamız da şu olabilir: Her mevkide yeterince insan olması için insanları etik bir dünya görüşü eşliğinde kendini ifade edişini gerçekleştirme çabasını ömrü boyunca sürdürmeye teşvik etmek, ilham olmak; kendilerini gerçekleştirmeleri için çabalamak ve saire... Bunu yapmak yerine, insanları buna teşvik etmek yerine tek başımıza her pozisyonda en iyisini yapmaya çabalamaya girişmemiz en etik ve en faydalı tercih değil. Sonuç olarak kedi-köpeğe şiddet olunca derhâl durdurmak için koşacakken, oltasını denize atmış insanlara bir şey yapmayan bizler; muhtemelen etik konusunda ikiyüzlü değiliz.

***

2010'lu yılların başlarında, 'tiki-taka' adıyla anılan kolektif futbol felsefesi konusunda Johann Cruyff'tan aldığı ilhamla takımını oynatan teknik direktör Joseph Guardiola'nın dönemindeki Barcelona futbol kulübü altın yıllarında belki de dünyanın ana akım futbol tarihinde gelmiş geçmiş en iyi takım futbolunu oynamıştı birkaç yıl. Bu yazıdaki analojiyi yapmamı sağlayan, belki de analitik düşünme becerimi geliştiren bir örnekti. "Kendini gerçekleştirme çabası" denilen şeyi bence kimse hafife almasın. Top sektirerek, çello çalarak, sokaktaki yürüyüşünüzle veya kendinizi gerçekleştirme tutkusuyla yaptığınız belki basit bir rutininizle bir şeylere ilham olabilirsiniz.


Bora Şahinkara
7 Şubat 2024