12 Eylül 2022 Pazartesi

"Masumiyet" ve "Kader" Üzerine

(Uyarı: Spoiler niteliğinde olabilir. Filmleri izlemeyenlere okumaması tavsiye olunur. Hiç izlememiş olanlar kronolojik olarak önce Masumiyet'i (1997), sonra "Kader"i (2006) izlemesini öneririm.)


Ben de aşk tutulmasına ve acısına bulaştım. Birden fazla kez hem de. O yola gidebilirdim. Epik bir hikayeye dönüşebilirdim, dönüştürebilirdim. Ben de film olabilirdim. Ama hayatımda pek çok kritik anda yaptığımı yaptım. Evrenin başından bugüne kadar, düz bir çizgi olarak algıladığımız zaman çizgisine baktım. Kendi hayatımı orada çok küçük bir nokta olarak gördüm. Hayatımın başı da sonu da o noktadaydı. Aşk tutulmalarıma saygım vardı ama bunları hüzünlü epik hikayelere dönüştürmedim.

***

Kendimden bir parça bulup, bir parça da olsa özdeşleştiğim hikâyelerin içinden benim için çok önemli başucu eserleri çıktığını düşünürüm hep. Zeki Demirkubuz filmlerinde ise ara sıra, bazen de sadece bir cümle vesilesiyle, kendimin, içimdeki okyanusun en derinliklerinde, güneş ışığının ulaşmamış olduğu bazı bölgelerini görüvermek sarsıcı olagelir benim için. Ve fakat, tipik reel hayat ile olan çelişkilerinden çok enteresan hikâyeler çıkan o karakterlerle yolumun ayrıldığı noktaların da ayırdına varırım. 2019 yılında Spinozacı sevinç ile tanışmış ve "Yeraltı" (2012) filminin baş karakteri gibi Nietszche'yi değil de Spinoza'yı "İşte bu! İşte bu!" diye okumuş biri olmaktan gelen yol ayrımı bu.

***

Aşk değil, sağlıksızlık; hastalık olurdu zaten. Hem bu "Hayır, hayır demektir"i ihlal eden bir suça dönüşürdü. Haydi diyelim ki, iki (veya daha çok) tarafın da onayında olan, aşk karşılığı da olmayan bir iletişimler silsilesi olsun veya kişinin yani 'karşılıksız aşık'ın yıllarca kimseye zarar vermeyen nitelikte yaptığı ettiği çılgın edimlerle dolu uzun ve büyük bir hikâye olmayı başarmış olsun; yine de bu bir hüzün yaşamına dönüşürdü. Çok yavaş bir intihar olurdu bu. Hüzün, hayatta varkalmak adına iyi bir tercih olmadığı gibi, çevresine de ölüm bulaştıran, acı üreten bir tercihtir. Anlık hüzünler, sağlıklı ve olması olağan bir duygudur ama süreğenleşen hüzünler sağlıksız bir tercihtir. Etik adına yapabileceğimiz yapma/etme becerimizi de son derece köreltir. Bir başka, basit bir tabirle: Hüznün ne kendine ne dünyaya faydası vardır.

Aynı hikâyenin bu iki filminde, süreğenleşen birkaç hüzünlü hayat tercihinin, her bir bireyin kendi içinde epikleşen hüzünlü bir hikâyeye dönüşmesinin yanı sıra, bu nitelikte birden fazla hikâyenin, birkaç dev yıldızın birbiriyle çarpışması gibi ortaya çıkan 'mega hüzünlü epik hikâye' de bu filmin kendisi oluyor, birden fazla insanın epik dibe çöküşünü aynı anda içeriyor. İşte bunu bir de Zeki Demirkubuz, kendisinin o gerçeklik lezzetinde, kendi estetik üslubunu oturttuğu çizgide bir anlatımla ve elbette iyi oyunculuklar ve sinemasının diğer parametreleri ile birlikte aktarmayı başardığında 1997 ve 2006 tarihli iki büyük yapıt oluşmuş oluyor.


12-17 Eylül 2022
Bora







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder