27 Ağustos 2022 Cumartesi

"Breaking Bad" Üzerine


(Uyarı: Spoiler niteliğindedir. Diziyi izlemeyenlere okumaması tavsiye olunur.)



Yıllar önce bir arkadaşımdan öğrenmiştim: Bir filmde kötü karakter ne kadar iyiyse, film de o kadar iyidir, diye.

Walter White ve İktidar Yürüyüşü

Başından beri gayet naif, mantıklı, bilgili, nazik bir kişinin pek çok kişice etik olarak kabul edilebilir, cazip bir sebep ile 'iş'e başladıktan sonra hep mecburen girdiği tüm aksiyonlarda (ve zaten ölmesi bu dünya için ziyan olmayacağı düşünülen oldukça da kötü kimselere karşı) kendini bulan ve oldukça karizmatik bir personaya dönüşen figüre dair, olaylar örgüsüne düşüp yüksek bir sempati duyarken; aslında bir iktidar yürüyüşü sürecinde, alıkma seviyemize göre kimimiz hikayenin bir yerinde artık Walter White'ın yanında durmaktan vazgeçiyor, kimimiz ise hikayenin sonuna kadar bir iktidarın yanında konumlanmış buluyoruz kendimizi günün sonunda. Üstelik bu Walter'ın başından beri planladığı sinsice bir sempati toplama oyunu bile değil. Kendisi bile çok küçük tercih anlarında, iktidar duygusu patikasına sapa sapa hem kendisini hem de bizi bir yola sürüklüyor.

Hikayenin başında yüksek bilgisine, -kendisi için bile değil- öldükten sonrası dönem için sevdiği insanlara para biriktirme hedefi koymasına falan sempati duyuyoruz dediğim gibi. Hele bir de oldukça antipati duyacağımız, tehlikeli insanları, üstelik bilgiye bağlı yöntemlerle mahvedince 'kahraman' kavramını sevmeyen özgürlükçüler bile 'helal olsun bee, yaptı yine yapacağını Walter, it's science bitch!, hell yeah!" gibi bir coşkuya kapılmaktan kendini alamıyordur. Bu görsel eserin estetik olarak da muazzam bir seviyede olması bile zaten hikayeye çeşitli noktalardan bağlanma, hem hikayeye hem de ana karakterine ilişkin bir coşkuya kapılma sebebi.

Sabit bir 'iyi insan', 'kötü insan' etiketlerinden bahsetmektense 'davranış etiği'nin hem yaşam hikayesine hem de doğumdan da önce insanlık tarihine, ondan da önce evren tarihine bağlı bir bağlamı da olan, 'anlık performanslar' olarak değerlendirmenin daha mantıklı olduğunu düşündüğümü baştan koyalım.[1] Walter White, hikayenin izleyiciye göre başında (Sezon 1 Bölüm 1), etik düşünmeye ve davranmaya dair fikirleri ve sorgulamaları, yönelimleri her nasıl olursa olsun, bundan daha önemlisi, 'para kazanma' kazanımından ziyade ilerlemeli oyunda Super Mario gibi 'iş'inde ilerledikçe tatlı gelen 'iktidar duygusu'nun peşinden yürümesi. Yani, Walter 'iyiyken kötü biri oldu' veya 'kötü biriyken daha kötü oldu' diye kafa yormaktansa bakılacak bence çok daha önemli nokta şu: Walter, iktidar duygusunun zehrine bağımlı oldu. Ve bunu son bölümlere kadar hiçbir zaman kendine de itiraf edemedi veyahut tespit edemedi, ki bu çok normal: Sarhoş insan "Ben sarhoşum" demez/diyemez. 



Gustavo Fring ve Aşk

Kusursuzluğa yakın bir şekilde hesaplanan bir yaşam, bir iş, bir 'başarı' öyküsü... Olağanüstü büyüklükte, içinde onlarca insanın çalıştığı, karşı tarafın son derece büyük devlet imkanları ile sistematik bir şekilde yaptığı işin peşinde olduğu sonsuz bir mücadeleye rağmen 20 yıldır yakalanacağı bir hata yapmamış olan devasa komplike bir sistematik.

Bu işin başındaki Gustavo Fring'te belki de 'analitik düşünme' dediğimiz becerinin en üst düzeyini görüyor olabiliriz. Almanlar'ın sistematikliği, Japonlar'ın prensipliliği gibi örnekler konuşulacak olursa Gustavo Fring böyle bir çalışma kültürünün Lionel Messi'si. Devasa komplike sistematiğinin tek bir önemli falso vermeyeceği şekilde; sadece işini değil, bütün yaşam(ını) tarzını tasarlamış ve bu tasarıyı hem uygulamakta hem de uygulatmakta olan dev bir güç. Sadece kendisinin son derece konsantre ve prensipli, odaklanmış bir şekilde işini/yaşamını uygulamasındaki inanılmaz başarıyı bir kenara koyarken bir de bu iş için seçtiği insanlara uygulaması gerekenleri harfiyen uygulattığı bir sisteme ikna etme yöntemleri, bunun için uygun insanları seçmekteki başarısı da inanılmaz olduğunu görmeliyiz. Elbette ki basit bir korkuya dayalı itaat ettirme, kaba kuvvete, bağırmaya, çağırmaya, korkunç görünmeye dayalı bir tahakküm kurma sistemi falan değil bu. Kimi çalışanlarının neye hizmet ettiğinin farkında bile olmadığı basit bir işte çalışması söz konusuyken, farklı yoruma pek şans vermeyecek yalınlıkta, netlikte, sakinlikte, genellikle kibarlıkla kurulan minimalist iletişimler ile nezaketle yürüyen insan ilişkileri.. Sempati uyandıracak kadar yumuşak, nazik, net bir görüntüye büründürülmüş ama aslında rıza inşası, manipülasyon gibi her türlü psikolojik iktidar kurma enstrümanını içeren, kusursuz bir insan ilişkileri mühendisi gibi, sesini bile yükseltmeden iktidar kurmak.. Her zaman hazır olan B planları, C planları veyahut harika doğaçlama kararlar. Kriz anlarında asla duygularına teslim olmaması.. Eğer azıcık bile duygularıyla ani bir davranış sergilerse binlerce yerden açık verebilecek olan sistematiğinde minicik bir açığa sebep olabilir ve ömür boyu hapse veyahut ölüme giden yolun önü açılabilir.

Ve evet, gelelim 'kusursuzluğun kusuru'na.. 

Gustavo Fring'in kendi kusursuzluğuna hapsolduğu bir konu da var: Duygular.. Kendisinin bir konser alanında zıplayarak dans ettiğini hayal edebiliyor musunuz? Peki ya dizi boyunca kendisinin aşk hayatına dair en ufak bir bilgi aldınız mı? Matematiksel düşünen 'nerd'lerin genel sorunsalı.. Olasılıkları hakkında veri sahibi olduğunuz, olabildiğince çok parametresini düşünebildiğiniz pek çok şeyi başarılı seviyede hesaplayıp, ayarlayabilirsiniz ama değişkenlerden birinin bir insan olduğu, duyguların yoğun bir şekilde işin içinde bir insan ilişkisi olan aşk üzerine başarılı hesaplar yapamazsınız. Bu alan 'analitik beceri'den çok, 'sosyal beceri'nin alanıdır. 'Nerdy' bir zihnin alıştığı gibi hesaplayarak olacak bir iş değil.

Hank'in onun hakkında bir araya dayanamayıp "Gustavo Fring... Seni muhteşem hergele..." diye burnundan soluyarak mırıldandığı bu karakter, "ekrana gelse de izlesem" diye dizide en keyifle izlediğim karakter olurken ve üzerine bolca düşündürten, etik çerçeve içerisine uyarlayarak öğrenebileceğim çıkarımlar sağlarken, aşk meselesi üzerine de bolca düşünmem gereken bir dönemde böyle ilginç bir tespite de ulaştırmış olduğunu paylaşmak istedim.



Jesse Pinkman ve Skyler White

"Bir filmde kötü karakter ne kadar iyiyse, film de o kadar iyidir" prensibi bence Breaking Bad'in en parlak özelliklerinden biri benim için. Bu prensip, tersinden de oldukça başarılı işleniyor. Şahsen benim de, başından sonuna kadar antipati duyduğum Jesse Pinkman, aslında kriminal mevzunun ortasındaki etiğe en yakın karakter olduğu dizinin başından sonuna kadar muazzam bir yavaşlıkta, üzerindeki toprağın fırça ile ince ince temizlene temizlene ortaya çıktığı bir gerçek gibi gün yüzüne çıkıyor.

Walter White'ın 'iş'ini seyirci büyük bir heyecanla takip ederken, televizyonun önünde durup seyircinin seyir zevkin bozan ve hatta ahlâkçıların (kendinin muhafazakâr olduğunun farkında olmayan muhafazakârların), buna bağlı olarak mizojinlerin nefret bile ettiği, internette kendisine küfürler yazılan karakter olan Skyler White'ın da aslında dizideki vereceği tüm tepkiler sağlıklı bir insanın vereceği tepkilerdi. Elbette ki şok olacaktı, elbette ki dehşete düşecekti. Tüm bu inanılmaz haberler, içine düştüğü dev kaos içinde hayatta kalması için, güvenliği için sıradaki hamlelerini düşünmeye çalıştı. Bütün bu dehşet ruh hâlleri ve vaziyetler içindeki Skyler White ile empati kuramamak ve Walter'a büyük sevgiyle "Ailesi için yapan adama bu yapılır mı beee!" diye alkış tutup, Skyler'dan ise nefret etmek ve iğrenç bir nefret kusmak hayata sığ bakan ahlâkçılardan beklenecek şey doğrusu. 





***

Efsane dizinin (Better Call Saul'da da aynı güzellikte, belki de artarak süren) inanılmaz güzel sinematografisini de şimdilik son notum olarak düşmek isterim. Sinematografik olarak yüksek seviyede olan her film veya dizi eserinde olduğu gibi sayısız güzel fotoğraf gizli. Sizi bir fotoğrafçı olarak bile geliştirecek dizidir.

"Şimdilik son notum" diyorum, çünkü kıymetli arkadaşım Selin'in tavsiyesi ile Şubat 2022'de başlayıp Mayıs 2022'de bitirdiğim Breaking Bad üzerine belki uzun yıllar düşünmeye ve hayatımın her alanında ilham almaya devam edebileceğimi tahmin ediyorum. Zihnimde laf lafı açar da, başka not almak istediğim tespitler olursa, ya bu yazıyı genişleterek ya da ikinci yazıyı yazarak bu konu üzerine nacizane gevezeliğimi sürdürebilirim.

27-29.08.2022
Bora



[1] Yazıya başlarken ki cümlede "iyi karakter, kötü karakter" derken, üstünkörü bir şekilde, bilerek yanlış ifade kullanarak, o kavramları geçirdim, çünkü anlaşılmasını istediğim nokta, basit ve kolay bir şekilde anlaşılsın istedim.
Düzenlemeler: 28.09.2022













13 Ağustos 2022 Cumartesi

"Altın Eldiven" Üzerine

 (Uyarı: Spoiler niteliğindedir. Filmi izlemeyenlere okumaması tavsiye olunur.)



En ince tahakkümlerin faili olmayı kendine hak görmek ve zararsız görmek, doğru koşullar oluştuğunda bir tecavüzcü ve katil olmaktır.

***

Filmde çok dikkatimi çeken bir sekanstan bahsederek başlamak isterim. Çok konuşmasından rahatsız olduğu kişinin dilini kesme hamlesiyle başladığı cinayet saldırısında çığlıklar başlamışken ani bir şekilde 'nezih', 'normal' alt komşunun dairesine geçer görüntü. Pişirdikleri koyun cesedi kellesinin yakın plan görüntüsüne ani bir geçiş ve komşu onun ağzını ayırır, dilini bıçakla keser ve kesik dille eşine tacizkâr bir şaka yapar. Yukarıdaki şiddetten aşağıdaki şiddete bu geçiş hem estetik hem de alt metin olarak müthiş anlardan biriydi. Bir kez daha eril ve karnist tahakkümün aynı iktidari zihniyetten geldiğini vurguladı. Ve yukarıdaki canavarlıkken aşağıda ceset yemenin ne kadar normalleştiğinin arasındaki kontrast.. Fatih Akın'ın vegan olup olmadığını veya fikirsel olarak öyle düşünüp düşünmediğini bilmiyorum ama sinemada bundan daha vegan bir sekans görmedim belki de. 

Aklımda kalan ve not etmek istediğim bir başka detay da; bütün bu korkunçluğun içinde cesetlerin olduğu kilere aceleyle fırlattığı, evin içine asılmış araba kokuları esprisi.

Son olarak ana konuya gelecek olursam.. Kendini kadın olarak ifade eden bir arkadaşımın bu filmle ilgili yorumunu dinlediğimde, onu maktüller cephesinden bir duygu yolculuğuna çıkarmış olduğunu gördüm bu sert filmin. Heteroseksist toplumsal cinsiyet bakımından iktidari erkek rolü ile büyütülmeye çalışılan beni ise katil cephesinden düşüncelere yoğunlaştırdı bu film. Arkadaşım "Benim başıma da bu gelir mi?" derken, ben "Ben de bir gün böyle olur muyum?" diyerek iki zıt yöndeki korkunç soru işareti şekline bürünmüş duygular yoğunlaştırmışız zihnimizde filmin ardından.

Öte yandan arkadaşım, başına bunun gelmemesi gereken bir yaşamın teorisine, pratiğine (feminizm?) bunca zaman kafa yorduğu için çarpıcı, detaylı bir şekilde bu sorunsalla ilgili düşünce yolculuğuna çıkmış olabilir. Ben de böyle bir fail olmamanın teorisine, pratiğine (feminizm?) kafa yorduğum için filmin sonunda bu faillik sorunsalı çok daha yoğun, detaylı bir şekilde düşünmelere dalmış olabilirim. Yani bağlayacağım yer şurası ki; bir sanat eseri ne kadar sert, çarpıcı olsa da "Bir film izledim hayatım değişti, bir şarkı dinledim hayatım değişti, bir kitap okudum hayatım değişti" tadında tek başına basitçe kişinin ihtiyacı olan altın formülü bir mesajla gökten indirip de hayat değiştirmez. Zaten düşüncelere dalmış yolculuğumuzda algılayışımızı, yorumlayışımızı, üslubumuzu derinleştiren ilham kaynaklarıdır veya bazen düşünce yolculuğumuzda öyle doğru zamana denk gelir ki karşılaştığımız sanat eseri, ömür boyu saygı duyabileceğimiz muhteşem bir etki bırakabilir. Fakat dediğim gibi; eser ne kadar iyi olursa olsun, hayatımıza damga vuracak muhteşem etkiyi ancak bizim hayat hikayemiz bağlamında bize bırakabilir.

Bu eserin kimseyi katil olmak için ilham vereceğinden endişe etmeye gerek yok; kimsenin de bu filmi izleyip daha etik bir insana dönüşeceğini, katillikten vazgeçeceğini de beklemeye gerek yok.

***

Bir bebeği iktidar duygusuyla büyütmek korkunç bir şey işte.. 


Kendini dünyanın merkezinde görmek, her şeyin onun için var olduğuna, hak ettiğine kendini ikna etmek vs. ile eril iktidarın cinsel dürtüleri reddedilince mizojiniye dönüşüyor. "Ağam, paşam" diye büyütülen çocuk, süperegoda dış dünyayla çatışıyor. İd ile süperego, sağlıklı bir egoda buluşamıyor. Mizojini ve bu 'kendini ifade edemiyişte sıkışmışlık' bünyede bir araya geldiğinde işin cinayetlere varması çok zor olmuyor! Bir örnekle çok basite de indirgeyerek tekrar söylemek gerekirse, iki reddedildiniz diye 'insanlar/kadınlar böyle yea' diye ortalıkta dolanırsanız katil veya tecavüzcü olmaya bir santim yakınsınızdır.

Toplumdaki eril iktidar, bunun çeşitli evrelerinde dolandırıyor insanları.. İktidar denilen zehir, hepimizin zihnine uğruyor elbet zaman zaman. Ama bunu hak ettiğimizi kendimizi inandırmak; işte bu korkunç tehlikelere, korkunç senaryolara bizi kolayca götürür.

İktidarı hak ettiğimize inanmak, bizi aynı zamanda çok kırılgan, alıngan da yapar. Ve bunun akabinde agresifleştirir. Sinirlenmeye de hak ettiğimize inanırız. Tek bir örnekle geçeyim: Tanıdığınızı düşündüğüm bir saraylının, soyadı bile geçmeksizin ekonomiye dair eleştirel bir sınav sorusunda ismi üzerinden gönderme yapıldı diye kendisine hakaret davası açmasındaki kırılganlığı ve agresifliği düşünelim.

Ulus devletçiliğin, mülteciye karşı veya ülke içindeki tüm 'diğer' halklara karşı geliştirdiği iktidar duygusu; erkekliğin kendine hak gördüğü iktidar duygusu; insanlığın hayvanları sömürürken, bazen severken ve yerken kendine hak gördüğü iktidar duygusu; heteronun normal olanın kendi arzu biçimi olduğunu kabul ederkenki iktidar duygusu; karşısındakine 'sen' diye hitap edenin kendisine 'siz' denilmesini isterkenki iktidar duygusu; yoksullara 'yardım etmek' gerektiğini söyleyenlerin kanıksadığı hiyerarşi duygusu; en inceden en kalına kadar deneyimlediğimiz iktidar kavramını, dediğim gibi kendimizde görürsek ve buna karşı büyük dikkat gösterip samimi bir çabayla kendimizden uzak tutmaya çabalarsak, 'bünyemizde olmaması gereken bir virüs' fikri doğrultusunda sıkıntılar yaşarsak bu sağlıklıdır; fakat bu iktidar biçimlerini herhangi bir şekilde içselleştirip, kendimize hak görüp, yaşamımıza oturtursak, teorize edersek (ve/veya kurumsallaştırırsak,...) filmdeki seri katil olmamız an meselesidir. İktidar zehri bu kadar korkunç.

Mizojinist muhabbetler (Ekşi Sözlük'te açılan "popoya kadar şort giymenin mantıklı açıklaması" gibi başlıklardan tutun her gün milyonlarca izlediği ana akım televizyon kanallarındaki sabahtan akşama kadar mizojininin içkin olduğu heteroseksist ve âhlakçı toplumsal cinsiyet rolleri çığırtkanlığına kadar), 'feminazi' muhabbetleri falan hep cinayetlere, tecavüzlere giden yolu teorize ediyor, meşrulaştırma atmosferi yaratıyor. 

Kimi eril iktidar duygusuna kapılanlar da, hem sosyalleşmeyi öğrenmiş hem de iktidarlık duygusunu da teorize edip, kafasında normalleştirmiş bir tip olarak daha girift yollarla karşındakini kendinden daha değersiz görüyor. Bu da 'ince erkeklik' diye kavramsallaştırılmıştır.. Cinayet işlemeyince, kabaca sopayla vurmayınca toplum tarafından kabul görmekte ama kendi çıkarları doğrultusunda hükümdarlık kurduğu kişi veya kişilerin hayatlarını mahvetmekte olan. Tahakkümün en kabasından, en küçüğüne kadar hiçbir evresi kabul edilemez. Zaten en ince tahakkümlerin faili olmayı kendine hak görmek ve zararsız görmek, doğru koşullar oluştuğunda bir tecavüzcü ve katil olmaktır.

10-18 Ağustos 2022
Bora 

(Bu filmi izlememi tavsiye eden arkadaşlarım: Kade ve Sercan Kırmızı'nın ablası)



7 Ağustos 2022 Pazar

"Dünyanın En Kötü İnsanı" Üzerine

(Uyarı: Spoiler niteliğindedir. Filmi izlemeyenlere okumaması tavsiye olunur.)

***


Tahakkümcü zihniyet sabitlemek, tanımlamak ister ve öyle rahatlar. Evlendirmek, çocuk yaptırmak, belli bir 'kariyer', bir gelir, 'doğru düzgün' bir iş, bir sürü şey... Mahalle baskısının, siyasal iktidarın, aile büyüklerinin, kapitalizmin gözünde bir yere oturtulabilmelisiniz. Ama karakterimiz bir yandan 30 yaş denen dönemece gelmiş ve 'ulen acaba en doğru seçimleri yaptım mı, yaş da geçmeye başlıyor' şeklindeki mini krizlerini yaşarken bir yandan da karşısındakilere öyle manifesto gibi hislerini ve tavırlarını dile getirecek hâli olmayan (bu da ayrı bir iletişim gerilimi yaratıyor, ama çok normal, gerçek hayat böyle zaten genelde, zorunda da değilsin Canım benim) ve sezgisel şekilde tercihlerinin peşinden giderken etrafındaki ince ince rahatsız edici iktidarlarla uğraşıyor. Ve hepsini de taviz vermeden, tatlı tatlı gülümseye gülümseye ezip geçiyor. Mesela iktidarlar onun gibilere 'kafası karışık' der. İlişki bitirene kötü bir insanmış gibi hissettirilir ya örneğin.. Karakterimiz bütün bu suçlayıcı hissettirişleri aşmasını biliyor.

"Hissettiklerimi anlatamayabiliyorum. Ben de sendeki gibi analitik zeka olmayabilir" diyor mesela, çok değerli bir ayrıntı. Bunu diyebildiği için, kendine karşı bu dürüstlüğü sebebiyle yolunu bulabiliyor her türlü ince manipülasyona, duygusal saldırıya rağmen. İşte hem kendi içimizdeki iktidarı yok edebilmemizin yolu hem de bize karşı tahakküm saldırılarını alt edebilmemizin yolu: Kendini yıkıp yıkıp, yeniden yaratabilecek, eksiklerinden bahsedebilecek güce, özgüvene sahip olarak yaşamak.

O dediğim cümleyi birçok 'kariyerli entelektüel' insan diyemiyor mesela. "Bilmiyorum" diyemiyor, "Fikrim değişti" diyemiyor. Koca koca 'isimler'. Bu yüzden de bazı konularda özgürlükçü bir vizyon üzerine hayat görüşü inşa etseler de bazı konularda iktidara bulanıyorlar. Kendilerini sabitliyorlar. Kariyerlerini yıkıp kendilerini yeniden yaratamıyorlar. Karakterimiz kendine dair bu egosuz samimiyetin peşinden koştuğu için yenilmedi ve 'dünyanın en kötü insanı' hissettirilişi pahasını alt edip kendini gerçekleştirmeye giden yolu, doğru cevabı buldu. Bu yüzden ben merkezimize tahakküm karşıtlığını almayı keşfetmiştim. Tahakkümden (her biçiminden) samimiyetle tiksinince doğal olarak ilham alınacak fikirleri, duruşları, alacağı tavırları oturtmakta daha rahat olabiliyor insan. Veganizme, queer'e, feminizme, anarşizme, Marksizm'e, ekolojiye, etik felsefeye merak beraberinde çok doğal bir şekilde yaşamımıza giriyor.

Programda, karikatüristle tartışan sunucunun argümanları da çok iyiydi.

Çok incelikli, şahane bir feminist eser olarak buldum.



5-7 Ağustos 2022
Bora








Bu filmi izlemem için tavsiye eden: Arzu Tatlı

"Paris, 13. Bölge" Üzerine

(Uyarı: Spoiler niteliğindedir. Filmi izlemeyenlere okumaması tavsiye olunur.)

***

Paris'i izlerken "Biraz günümüz eserlerine de bakayım." hissi de motive etti. O açıdan da iyi gözlem oldu. Günümüz modern dünyasının (Yaklaşık 2005 sonrası, akıllı telefonların icadı, internette ve internetli televizyonlarda bireysel vakit geçirme kültürümüzün yaygınlaşması, yüz yüze iletişimimizin, mimiklerimizin, cümle yapılarımızın körelmesi) bana pek sempatik gelmeyen soğukluğu mevcuttu. Filmi benim için güzel AMA harika yapmayan şey buydu galiba. Böyle insan ilişkilerinin gerçekliği elbette var. Hatta elbette ana akım ideolojilerin pompaladığı tekeşlilikten çok daha gerçek. Ama ben bu açıklaşan ve komplikeleşen ilişki biçimlerinin sıcak, sevgi dolu, saygı dolu versiyonlarını da görmek istiyorum.

Mesela 90'larda veya Yeşilçam'da daha sıcak insan ilişkisi havasını görürsünüz ya.. Çünkü bu tip bir açık ilişki biçiminde insanlar 2010'lar, 20'lerin soğuk atmosferinden modern tipler olmak zorunda değil. Biliyorum, gerçek hayatta modern çoğunluğun dünyasındaki atmosfer böyle. Ama ben o atmosferde pek yokum. Bir yeriyle özdeşlik kurmadığım eserler de favori eserler olmuyor.

Açık ilişkiler, komplike ilişkiler işlensin ama böyle Friends'teki gibi saygı ve sevgi dolu sıcaklık da olsun; öyle bir film bulsam süper olacak.


3-7 Ağustos 2022
Bora
(Arkadaşıma bu filmden bahsettiğim bir mesajımı, küçük bir yazıya dönüştürüp, arşive koymanın iyi fikir olacağını düşündüm.)