4 Ocak 2021 Pazartesi

Bizim Yılbaşımız

BİZİM YILBAŞIMIZ (2012/13)

-E, hani şehir dışından bir arkadaşın gelecekti yılbaşı akşamı? "Belki sizle biraz takılırız, sonra da bir müddet belki baş başa vakit geçiririz" diyordun?

-Geldi ki işte. Dün yanımdaydı çoğu zaman. Önce sizle birlikteydik, tiyatroda, sonra bir ara 2. kata çıktım. Orada gitar başına oturdum. O da karşımdaydı. Bir önceki gün Beynelmilel'i izlerken gitarla melodisini çıkarıp çalasım gelmişti; Enternasyonal'in melodisini elektro gitarda bi' çıkarıp, ezberlemeye çalıştım önce bi'. Bu sırada yanımda onun olduğu, canının sıkılabileceğini o anlarda unutmuşum (zaten bana zaman zaman bencilce davrandığımı söylerdiniz hep, eğer doğruysa bu huyumu hemen yok etmeliyim). Neyse, tabii sonrasında da onun için çaldım. Misafirimi eğlendirmek gerekiyordu. Öyle hem çalıp hem söyleyebilen biri değilim ama işte doğaçlama ritmler, melodiler, çeşitli şarkılardan küçük pasajlar, çeşitli gitar efektleri, gitar prosesöründen aldığım davul ritmi üzerine falan bir şeyler çalarak, çeşitli numaralarla sıkmamaya çalışarak gitarlı vakit geçirtmeye çalıştım. Bir de bir çocuk şarkısından sözlerini ona adapte ettiğim bir çalışmamı ona canlı çaldım. Hem çalıp hem söylediğim nadir şarkılardandır o. Sesimi berbat bulurum ama bu şarkıyı daha önce ilk dinlediğinde çok çok mutlu olmuştu. Şimdi de sadece gülümseyerek dinledi. Zaten tüm olan bitenleri hep gülümseyerek dinledi, gülümseyerek izledi. Konuşabilseydi de keşke. Ya da konuşabilse miydi? Yok yok konuşamasın. Eğer fotoğraflar da konuşabilirse fotoğrafın fotoğraflığı kalmaz ki.. Onun özelliği o zaten. Dünyanın en anlamlı ve en hüzünlü icatlarından biri. (Cemal Süreya'nın dizelerini bu mevzuya adapte edecek olursak) Güzel şarkılar gibi güzel ve aynı zamanda hüzünlü anılar gibi hüzünlü bir şey fotoğraf. Otogarlar da öyle mesela. Hüznün coşkusu gibi. şehirden şehire, uzak mesafelere insan taşıyan otobüslerin varış ve kalkış noktaları olarak birer otogara ihtiyacı olduğunu ilk düşünen her kimse; oraların, nice hayatlardaki nice öykülerin, nice romanların başladığı ya da bittiği; nice sevgiliyi oracıkta, mektuba düşen bir gözyaşı damlası gibi bırakan kasvetli bir mekan olacağını hayal ediyor muydu acaba? Ya da tam zıttındaki duyguların da yaşanabildiği, havada mutluluk ve hüzün gözyaşlarının çarpışıp, yerlere düştüğü, ıslak zeminli şiirsel bir mekan olacağını.

Neyse sonra çok geçmeden aşağıya, yanınıza indik. Tabu oynamaya iştirak etmeyip, Ahmet Kaya belgeseline baktık biraz. Sonra aynı oda içerisinde Tabu oynayan bir grup insanla, bir belgesel izlenemeyeceğine karar verdik. Sizle vedalaştım ben. Çıktık. Önce Alsancak sahilinde deniz kenarına götürmek istedim onu. Bunu günler öncesinden hayal edip, planlamıştım. Şöyle bir denizin karşısında oturup, onla sohbet etmek benim için şiirsel bir anı olacaktı. Çünkü onla artık pek konuşma durumumuz olmuyordu, daha önce ise hiç yüz yüze görüşmemiştim zaten. Bugün ise yanımdaydı. Her gözümü kapattığımda.

Sonra da, hava soğuk olduğundan çok da fazla durmadık deniz kenarında. Düşündüğüm kadar uzun süre muhabbet etmedik. Konuşmuyordu ama bana hep gülümsüyordu. Bizim muhabbetimiz, benim onu hissedebildiğim kadardı işte. Ama bu az muhabbet ettiğimiz anlamına gelmiyordu. Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde de dolandık yılbaşı gecesi ve bir köşede kıvrılıp yatmış ve üzerine bir tane küçük parlak konfeti parçası düşmüş bir sokak köpeği gördük mesela. Sonra birbirimize baktık. Çoğu insan 5 saat bir kafede oturur da, bizim o birkaç saniyede ettiğimiz kadar muhabbet etmez. Biz çok muhabbet ettik.

Peki ya, onla ettiğimiz muhabbetler, birbirimize işaret ettiğimiz hayatın detaylarındaki şiirler, felsefi tartışmalar, bireysel meseleler, toplumsal meseleler, psikoloji, ve saire; bütün bunların beni heyecanlandırması, diyalog kurduğum bu karşımdaki kişinin kendisini, içinde çok miktarda kendimden bir şeylere rastladığım bir film olduğuna inandırması bana? O filmin elini tutmak isteyişim arkadaşça olmayan hislerle? Buna ne demeli?

Belki de ben dünyaydım. Veya dünya bendim. Ve onun dünyaya olan sevgisini hep yanlış anlıyordum.



Bora ŞAHİNKARA
01.01.2013

"Bir Gün Tek Başına" (Vedat Türkali) Romanı Üzerine

 Senem Alp'in bir sözü var: "Feminist olmayan Leyla'ya Mecnun olmak kolay" diye. Bu kitaptaki de tam o. İki solcudan güzel bir aşk hikayesi falan çıkamamış. Genellikle gerçek hayatta da solculardan güzel bir aşk hikayesi çıkmaz. (Türkiye'deki/İzmir'deki gözlemlerim tabii) Benim için neredeyse ancak feminizmden güzel bir aşk hikayesi çıkabilir.

Bir gün sevmediğim biri bana sormuştu felsefi felsefi: "Sence aşk nedir?" gibisinden. Ben de "Bir çeşit insan ilişkisidir" demiştim. Bu basit cevabın altını daha çok deşip, zorlamak istedi. İdeal bir aşk ilişkisine dair bir şeyler söylememi istemişti sanırım. Veya çokeşlilik - tekeşlilik karşılaştırması yapmamı istemişti sanırım. Ben de en önemli olgunun, her insan ilişkisinde olduğu gibi aşkta da 'eşitlik', 'özgürlük'; bir tarafın diğer tarafa tahakkümünün olmamasının garanti altında olması gerekliliğinden dem vurmuştum.

İşte önemsediğim ve her insan ilişkimizde de, (bunlardan biri olan 'aşk' formatındaki insan ilişkisini de ekstra özel bir yere koymaya gerek koymadan) iki bireyin birbirine en ufak bir tahakküm arzusu duymadan yaşamını sürdürmeyi başarmak üzerine kafa yorması zaten bir ömür boyu ince ince düşünerek yaşanmasını gerektirecektir. Kitaptaki tüm solculuklar kaba bir solculuk. Aşklar da öyle dolayısıyla. Hangi karakter var ki eleştiremeyeceğimiz? (Çocuklar hariç). Günsel'in abisi bile çok saygıdeğer bir yere konularak anlatılıyor ve ben onun bir lafını yakaladım, evlere şenlik! (Oraya eşek kulağı bile yaptım) Onun yaşayacağı aşkta tahakküm olacaktır. Bedelin en alasını ödemiş devrimci olsa ne olacak. Benim saygımı kazanmaz. İnce düşünmeye vakit ayırmayan insan, benim saygımı kazanmaz. Geceleri uyumadan önce kendini samimi bir mahkemeye çıkarmayan, bunları hayatına geçirmeyen insan saygımı kazanmaz. O insan ki, vay efendim sınıflar çelişkisini iyi anlamış, günümüzde Ortadoğu'da olan bitenleri falan yorumlayabiliyor, birçok konuda bilgisi var falan ama gel gör ki eninde sonunda o da bir aşk yaşıyor tabii ki insan olduğu için ama kendi hayatındaki bir aşk ilişkisinde bile eşitsizliğin analizini yapamamışsa ve uygulayamıyorsa, erkeklik iktidarının konforundan vazgeçememişse gerçekten feleğin çemberinden geçmiş olsa dahi ne eyleyeyim ben onu..

Bora ŞAHİNKARA
2016

Ocak 2021 Borası'ndan not: "Ancak feminizmden güzel bir aşk hikayesi çıkabilir" cümleme şu an çok katılmıyorum. (Queer) Feminizm, eşit cinsiyet kimlikleri için gerekli tespit ve yöntemleri öğrenebileceğimiz harika bir alet çantası. Etik peşinde samimiyetle koştuğumuz sürece bizim işimize çok yarar. Ayrıca "güzel aşk hikayesi" diye bir sabitlik de yoktur. "İyi insan", "Kötü insan" gibi sabitliklerin de olmayacağı gibi. Her şey, her deneyim, her kişi birer sonu olan bir dalgalanma sürecidir. Eski yazılarının hiçbirini beğenmemek güzel bir şey. Düşünmeye devam ettiğinin, yaşamaya devam ettiğinin işaretidir bence. Yukarıdaki notumu da enteresan bir sitede buldum ve onu arşivleyeyim diye buraya aktardım.