13 Ağustos 2022 Cumartesi

"Altın Eldiven" Üzerine

 (Uyarı: Spoiler niteliğindedir. Filmi izlemeyenlere okumaması tavsiye olunur.)



En ince tahakkümlerin faili olmayı kendine hak görmek ve zararsız görmek, doğru koşullar oluştuğunda bir tecavüzcü ve katil olmaktır.

***

Filmde çok dikkatimi çeken bir sekanstan bahsederek başlamak isterim. Çok konuşmasından rahatsız olduğu kişinin dilini kesme hamlesiyle başladığı cinayet saldırısında çığlıklar başlamışken ani bir şekilde 'nezih', 'normal' alt komşunun dairesine geçer görüntü. Pişirdikleri koyun cesedi kellesinin yakın plan görüntüsüne ani bir geçiş ve komşu onun ağzını ayırır, dilini bıçakla keser ve kesik dille eşine tacizkâr bir şaka yapar. Yukarıdaki şiddetten aşağıdaki şiddete bu geçiş hem estetik hem de alt metin olarak müthiş anlardan biriydi. Bir kez daha eril ve karnist tahakkümün aynı iktidari zihniyetten geldiğini vurguladı. Ve yukarıdaki canavarlıkken aşağıda ceset yemenin ne kadar normalleştiğinin arasındaki kontrast.. Fatih Akın'ın vegan olup olmadığını veya fikirsel olarak öyle düşünüp düşünmediğini bilmiyorum ama sinemada bundan daha vegan bir sekans görmedim belki de. 

Aklımda kalan ve not etmek istediğim bir başka detay da; bütün bu korkunçluğun içinde cesetlerin olduğu kilere aceleyle fırlattığı, evin içine asılmış araba kokuları esprisi.

Son olarak ana konuya gelecek olursam.. Kendini kadın olarak ifade eden bir arkadaşımın bu filmle ilgili yorumunu dinlediğimde, onu maktüller cephesinden bir duygu yolculuğuna çıkarmış olduğunu gördüm bu sert filmin. Heteroseksist toplumsal cinsiyet bakımından iktidari erkek rolü ile büyütülmeye çalışılan beni ise katil cephesinden düşüncelere yoğunlaştırdı bu film. Arkadaşım "Benim başıma da bu gelir mi?" derken, ben "Ben de bir gün böyle olur muyum?" diyerek iki zıt yöndeki korkunç soru işareti şekline bürünmüş duygular yoğunlaştırmışız zihnimizde filmin ardından.

Öte yandan arkadaşım, başına bunun gelmemesi gereken bir yaşamın teorisine, pratiğine (feminizm?) bunca zaman kafa yorduğu için çarpıcı, detaylı bir şekilde bu sorunsalla ilgili düşünce yolculuğuna çıkmış olabilir. Ben de böyle bir fail olmamanın teorisine, pratiğine (feminizm?) kafa yorduğum için filmin sonunda bu faillik sorunsalı çok daha yoğun, detaylı bir şekilde düşünmelere dalmış olabilirim. Yani bağlayacağım yer şurası ki; bir sanat eseri ne kadar sert, çarpıcı olsa da "Bir film izledim hayatım değişti, bir şarkı dinledim hayatım değişti, bir kitap okudum hayatım değişti" tadında tek başına basitçe kişinin ihtiyacı olan altın formülü bir mesajla gökten indirip de hayat değiştirmez. Zaten düşüncelere dalmış yolculuğumuzda algılayışımızı, yorumlayışımızı, üslubumuzu derinleştiren ilham kaynaklarıdır veya bazen düşünce yolculuğumuzda öyle doğru zamana denk gelir ki karşılaştığımız sanat eseri, ömür boyu saygı duyabileceğimiz muhteşem bir etki bırakabilir. Fakat dediğim gibi; eser ne kadar iyi olursa olsun, hayatımıza damga vuracak muhteşem etkiyi ancak bizim hayat hikayemiz bağlamında bize bırakabilir.

Bu eserin kimseyi katil olmak için ilham vereceğinden endişe etmeye gerek yok; kimsenin de bu filmi izleyip daha etik bir insana dönüşeceğini, katillikten vazgeçeceğini de beklemeye gerek yok.

***

Bir bebeği iktidar duygusuyla büyütmek korkunç bir şey işte.. 


Kendini dünyanın merkezinde görmek, her şeyin onun için var olduğuna, hak ettiğine kendini ikna etmek vs. ile eril iktidarın cinsel dürtüleri reddedilince mizojiniye dönüşüyor. "Ağam, paşam" diye büyütülen çocuk, süperegoda dış dünyayla çatışıyor. İd ile süperego, sağlıklı bir egoda buluşamıyor. Mizojini ve bu 'kendini ifade edemiyişte sıkışmışlık' bünyede bir araya geldiğinde işin cinayetlere varması çok zor olmuyor! Bir örnekle çok basite de indirgeyerek tekrar söylemek gerekirse, iki reddedildiniz diye 'insanlar/kadınlar böyle yea' diye ortalıkta dolanırsanız katil veya tecavüzcü olmaya bir santim yakınsınızdır.

Toplumdaki eril iktidar, bunun çeşitli evrelerinde dolandırıyor insanları.. İktidar denilen zehir, hepimizin zihnine uğruyor elbet zaman zaman. Ama bunu hak ettiğimizi kendimizi inandırmak; işte bu korkunç tehlikelere, korkunç senaryolara bizi kolayca götürür.

İktidarı hak ettiğimize inanmak, bizi aynı zamanda çok kırılgan, alıngan da yapar. Ve bunun akabinde agresifleştirir. Sinirlenmeye de hak ettiğimize inanırız. Tek bir örnekle geçeyim: Tanıdığınızı düşündüğüm bir saraylının, soyadı bile geçmeksizin ekonomiye dair eleştirel bir sınav sorusunda ismi üzerinden gönderme yapıldı diye kendisine hakaret davası açmasındaki kırılganlığı ve agresifliği düşünelim.

Ulus devletçiliğin, mülteciye karşı veya ülke içindeki tüm 'diğer' halklara karşı geliştirdiği iktidar duygusu; erkekliğin kendine hak gördüğü iktidar duygusu; insanlığın hayvanları sömürürken, bazen severken ve yerken kendine hak gördüğü iktidar duygusu; heteronun normal olanın kendi arzu biçimi olduğunu kabul ederkenki iktidar duygusu; karşısındakine 'sen' diye hitap edenin kendisine 'siz' denilmesini isterkenki iktidar duygusu; yoksullara 'yardım etmek' gerektiğini söyleyenlerin kanıksadığı hiyerarşi duygusu; en inceden en kalına kadar deneyimlediğimiz iktidar kavramını, dediğim gibi kendimizde görürsek ve buna karşı büyük dikkat gösterip samimi bir çabayla kendimizden uzak tutmaya çabalarsak, 'bünyemizde olmaması gereken bir virüs' fikri doğrultusunda sıkıntılar yaşarsak bu sağlıklıdır; fakat bu iktidar biçimlerini herhangi bir şekilde içselleştirip, kendimize hak görüp, yaşamımıza oturtursak, teorize edersek (ve/veya kurumsallaştırırsak,...) filmdeki seri katil olmamız an meselesidir. İktidar zehri bu kadar korkunç.

Mizojinist muhabbetler (Ekşi Sözlük'te açılan "popoya kadar şort giymenin mantıklı açıklaması" gibi başlıklardan tutun her gün milyonlarca izlediği ana akım televizyon kanallarındaki sabahtan akşama kadar mizojininin içkin olduğu heteroseksist ve âhlakçı toplumsal cinsiyet rolleri çığırtkanlığına kadar), 'feminazi' muhabbetleri falan hep cinayetlere, tecavüzlere giden yolu teorize ediyor, meşrulaştırma atmosferi yaratıyor. 

Kimi eril iktidar duygusuna kapılanlar da, hem sosyalleşmeyi öğrenmiş hem de iktidarlık duygusunu da teorize edip, kafasında normalleştirmiş bir tip olarak daha girift yollarla karşındakini kendinden daha değersiz görüyor. Bu da 'ince erkeklik' diye kavramsallaştırılmıştır.. Cinayet işlemeyince, kabaca sopayla vurmayınca toplum tarafından kabul görmekte ama kendi çıkarları doğrultusunda hükümdarlık kurduğu kişi veya kişilerin hayatlarını mahvetmekte olan. Tahakkümün en kabasından, en küçüğüne kadar hiçbir evresi kabul edilemez. Zaten en ince tahakkümlerin faili olmayı kendine hak görmek ve zararsız görmek, doğru koşullar oluştuğunda bir tecavüzcü ve katil olmaktır.

10-18 Ağustos 2022
Bora 

(Bu filmi izlememi tavsiye eden arkadaşlarım: Kade ve Sercan Kırmızı'nın ablası)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder